Bu videoyu izledikten sonra muhtemelen bunlardan birini düşünüyor
olacaksınız;
·
“Yetişin özgür irademi
çaldılar!! Hükümsüzdür!”
·
“Herşey kader kısmet..”
·
“Seni yenicem bilinçaltı! Hadi
bakalım sen mi büyüksün ben mi büyüğüm?”
·
“Bak görüyo musun şunun yaptığını?
Hep mi gider gider yanlışı seçer? Yazık bana ama..”
·
“Ben düz adamım anlamam
altından üstünden!”
·
“Haberim yokmuş gibi seç pampa ;)”
·
“İşte bunlar hep matrix..”
Ve bunlar gibi alt metninde; kendine acımak, sorumluluğu üstünden
atmak, işi dalgaya almak, kaçmak, kendinle şuursuz bir meydan muharebesine
girmek, gerçeği yok sayarak konfor alanında yan gelip yatmaya devam etmek olan
davranış modelleri, hayatımızda hoşnut olmadığımız şeyleri değiştirmek
istediğimizde bize HİZMET ETMEYECEKTİR.
İyi haberse, hayatımızda hoşnut olmadığımız şeyleri, bu deneyde
özgür irademiz yok gibi gözükse de GERÇEKTEN değiştirebildiğimizdir :)) Yani
PANİK YOK!
Öncelikle araştırma sonucundaki en can alıcı kısma bakalım:
“Görünüşe göre, kararlarını şekillendiren yoğun bir bilinçaltı beyin aktivitesi
var ve bilinç, karar vermede çok sonraki bir aşamada devreye giriyor.”
Yani diyor ki; “Ey insan evladının hası, sen kendini aysbergin
görünen kısmı zannederken, bir sen var senden içeri , O da aysbergin görünmeyen
kısmı..” Tam da şöyle çizmiş Freud amca bunu:
Bilincimiz; analiz yapan, akıl yürüten, kritik eden, tümevarımlı çalışan
ve herşeyin kendi kontrolünde olduğunu ZANNEDEN, zihnimizin küçük bir
bölümüyken; Bilinçaltımız; hiç uyumayan, inançları, alışkanlıkları, korkuları,
duyguları depolayan, genellikle sembollerle çalışan, tümdengelimli davranan,
zihnimizin büyük bölümü yani EFENDİSİDİR. Amerikalı ünlü bilim insanı, biyolog ve
yazar Dr. Bruce Lipton’ın: “Bilinçli zihnimiz saniyede 40 bitlik veriyi
işleyebiliyorken bilinçaltımız saniyede 40 MİLYON bitlik veriyi işlemektedir.”
bulgusu da bilinçaltımızın bu efendiliğini bence ispat etmeye yetiyor :))
(www.brucelipton.com)
Bilimsel araştırmalar günlük hayatımızda en basitinden en karmaşığa
kadar olan verdiğimiz tüm kararların %88’inin (bunu %95-99 aralığında açıklayan
bilim insanları da var!) bilinçaltı tarafından verildiğini söylüyor. Burada
ister istemez insan biraz paniğe kapılıyor. Çünkü bilinçaltımız tam bir
karakutu.. İçinde ne var bilmiyoruz ve doğal olarak bilmediğimiz herşey, her
daim güvenlik arayışında olan masum insan yavrusunu korkutmak için fazlasıyla
yeterli..
Çözüme geçmeden önce gelin bilinçaltının çalışma prensiplerine
yakından bakalım. Bilinçaltımız tamamen
bizi korumaya ve güvende tutmaya çalışan, güvenli olarak bellediği bir doğruyu
seni üzüp üzmediğine hiç bakmadan sıkı sıkıya savunan ve doğru bildiği şeyleri
yaşamakta direten bir mekanizmaya sahiptir. Bu mekanizma da “Herkes kendi
inandıklarının gerçeğini yaşar” prensibine göre; bize doğru bellediğimiz
inançlarımız doğrultusunda deneyimler yaşatacak kişi, kurum ve olayları
başımıza toplar. Yani “Hep mi beni bulur arkadaş!?” diye her yakındığımızda,
EFENDİMİZ’in bilinçaltımız olduğunu kendi kendimize ispat etmiş oluruz.
Bilinçaltımız, inançlarımızı ve bu inançlara etiketlediğimiz hisleri,
hayatımız boyunca kişiler ve ortamlar değişmesine ragmen, bize tekrar tekrar
yaşatmakla yükümlüdür. Hoşlanmadığımız durumlarla karşılaştığımızda bile bundan
yakınmanın bir anlamı yok, zira adamın işi bu :))
“Peki bu inançlar nasıl, nerden gelir de oraya yerleşir?”
”Madem bilinçaltım benim güvenliğimi, iyiliğimi istiyor da ben neden
istemediğim şeyler yaşamak zorunda kalıyorum?”
“Özgür iradem değil de seçimi O yapıyorsa neden hep beni mutlu
edecek seçimleri yapmıyor?” diye de sormadan edemiyoruz değil mi?
Bilim yine ispat etmiştir ki; atalarımızın anıları ve inançları
DNA’larımız vasıtasıyla bize aktarılmaktadır. Yani daha doğduğumuz andan
itibaren genetiğimizde bir takım inançlarımız paket olarak zaten var. Mesela bu
paket bilgi olmasaydı, doğar doğmaz annemizin memesini bulamaz, emmeyi
bilemezdik. Burada görüldüğü üzere, hayatta kalmaya programlanmış ve tamamen
güvende olmaya yönelik bir bilgi aktarımı söz konusu.. İnançlarımızın bir kısmı
bu şekilde GENETİK olarak geliyor.
Bir kısmı çocukluk dönemimizin en erken zamanlarında oluşuyor.
Örneğin; çocukluğunda mesafeli ebeveynlere sahip ve sevildiğini hissedememiş
–ana babası tarafından sevilmemiş demiyorum, altını çizdiğim yer sevildiğini hissedememiş-
bir çocuk, düşüp canını acıttığında o esnada ana babası tarafından
kucaklanır ve İLK KEZ şefkat gördüğünü hissederse; SEVGİ hissini ACI dolu bu deneyimi
ile etiketleyebilir. Sevilmek için acı çekmeye ihtiyacı olduğu kararını
alabilir. Ana babasının kollarında olmak GÜVENDE olmak olduğundan aynı zamanda
hayatı boyunca kendini "acı çektiği müddetçe güvende hissetmesi" de muhtemeldir.
Hayatta aldığımız tüm kararlar öz-değerliliğimizi hissetmeye yani
sevildiğimizi, değerli olduğumuzu, güvende olduğumuzu, onaylandığımızı görmeye
yöneliktir. Dolayısıyla SEVİLME hissini yaşamak için bilinçaltımız acı çekmeyi
göze almaktadır. Bu kararı henüz kısa pantolonla gezen bir çocuk olarak şuursuzca aldığımızdan, yetişkin olduğumuzda hemen hemen tüm ikili ilişkilerimizi mutsuz,
doyumsuz, hayalkırıklığı ve acı dolu olarak deneyimleriz. Çünkü “Acı çekersem
sevilirim. Acı çekersem güvende olurum.” Inançları gerçeğe dönüşmüştür.
Bilinçaltımız aynı zamanda kollektif bilinçaltından da etkilenir.
Yani yaşadığımız toplum, gelenek-göreneklerimiz, kitlesel inançlarımız
bilinçaltımızı etkiler. Kimi inançlarımız da bu şekilde bilinçaltımızda yerini
alır.
Bilinçaltımızda milyarlarca inancımız vardır. Ve bu inançlarımız dış
dünyamızın realitesini oluşturur. Dışarda değişmesini istediğimiz her şey için
önce içerdeki programları değiştirmek, bize artık hizmet etmeyenlerin yerine
hizmet eden yeni yazılımlar yüklemek gerekir. Şikayet ettiğimiz her nokta, bize
mutlaka içerde değişmesi gereken birşeyler olduğunu fısıldar. Birşeyleri
değiştirebilmek için de önce bir arıza olduğunu görüp farketmek ve KABUL ETMEK
gerekir. İşte yaralı insan yavrusunun en zor deneyimidir bu; kendisiyle
yüzleşmek.. Çünkü tam orada yaranın üstüne tuz basmış gibi canı daha da yanar.
Buradan sonra CESARET gelir. Son kez yarayı kanırtmak pahasına onu sonsuza
kadar uğurlamayı seçme cesareti.. Değişme cesareti..
Vee burdan sonra değişimin en kolay ve hızlı yolu THETA HEALING
devreye girer. Bize hizmet etmeyen inançlarımızı ve hislerimizi ANINDA
değiştiren, ve yerine bize hizmet eden inanç ve hisleri programlayan bu teknik ile
içerde yaptığımız değişimin, dünyadaki gerçekliğimize yansımasına tanıklık
ederiz. “Acı çekmeye gerek ve ihtiyaç duymadan, OLduğumuz gibi OLduğumuz her
halimizle SEVİLMEYİ hakettiğimizi, doğum hakkıyla SEVİLMEYE layık olduğumuzu”
Theta Healing ile öğrenmek ve hissetmek yalnızca bir kaç saniyedir.
Theta Healing bu değişimi en hızlı ve en güvenli şekilde yapar,
fakat asıl önemli olan SENin bunca yıldır adeta kuş tüyünden bir yatağa dönmüş
o çok güvenli ve fakat hoşnut olmadığın konfor alanını bırakıp hep hayalini kurduğun “YENİ DÜNYAN”ın
kapısını açmak için bu anahtarı kullanıp kullanmayacağındır!
İçerde ne varsa dışarıya da o yansır!
Sevgi ve Farkındalık’la
Özge
Theta Healing Nedir? => http://iyikireikiizmir.blogspot.com.tr/p/theta-healing-egitimi.html
No comments:
Post a Comment