Sunday, 30 December 2012

BOLLUK BİLİNCİ




Bolluk seviyen, kendini ifade etmenin temel yollarından biridir. Bolluk içinde olmak, özündeki doğal özgürlükle olan bağlantını ifade etmektir. Paranın kendisi özgürlük değildir. Bolluk enerjinin bolca alkışıdır. Bu akış kendisini para, destek, eşzamanlılık ve sevgi olarak ifade eder. Bolluk akışı içinde olduğunda istediğin şeyi yapmakta, olmak istediğin kişi olmakta özgür olursun. Tüm bunlar aynı zamanda büyük değişim potansiyelini ifade eder.

İster para, ister özgürlük ister sevgi yoksunluğu olsun, yoksunluk inancıyla kendi hikayemizi tanımlarız. ”Eğer bolluk içinde olsaydım, şunları şunları yapardım” diye sıklıkla konuşuruz. Rüyalarımızı neden yaşayamadığımızın, niye bize doyum vermeyen durumlar içinde hala kaldığımızın ya da neden mutlu olmadığımızın mantıksal açıklamalarını yapmak için yoksunluk mazeretini kullanırız.

Yoksunluğa odaklanmak kişinin kendisini tanımlamasında çabucak çok güçlü hale gelebilir. Yoksunluk içinde ne kadar mutsuz ve sefil olursak,aynı zamanda hayatımız statik ve rahat hale gelir. Yoksunluk,  bilinmeyen korkusunu ( kontrol edilemeyen değişimi ) bizden uzakta tutar. Mutsuzluk ve sefalet inanılmaz derecede rahat olabilir.

Bu alışıldık güvenli mutsuzluk ortamında, bolluk akışını açmak,hikayemiz için büyük boyutlarda tehdit edici olabilir. Yoksunluktan dolayı birçok şeyi yapmamızın mümkün olmadığına dair inancımızla direndiğimiz tüm değişimler için ayağımızı frenden çekmek,çok tehdit edici olabilir. Yoksunluk inancı,bolluğun getireceği tüm değişikliklere karşı gösterilen direncin inancıdır. Açılım ve bolluk birbirinden ayrılamaz ; ikisi de akışın ve değişimin sembolleridir. Onlar akışını kontrol edemeyeceğiniz nehirlerdir. Hayatında akışa ve değişime izin vermek,onları kontrol edemesen bile güvenli olduğunu kabul etmektir.

Bolluğun özgürlüğüyle, hikayemizi tümüyle yok etme yeteneğimizi acilen kullanabiliriz.  Bu nedenle hayatımızda bolluğun olmaması bir hata değildir ; bir anlamı vardır.

Bolluk seviyen sana bir mesajdır. Eğer mesajı işitirsen, temsil ettiği değişime de izin verirsin. Bolluk, direnç gösterdiğin değişimin taşıyıcısıdır. Mesajı işitmek, bolluktan mahrum olmanın sana nasıl hizmet ettiğinin farkında olmaktır. Bunu görebilmek için yoksunluğu reddetmekten vazgeçmen gerekir.

Yoksulluk da bir hata değildir ;  yoksulluğu seçtik çünkü hikayemize bir şekilde hizmet ediyor. Yoksulluk bizi,kendimizi yok edici eğilimlerden koruyor olabilir, işi bırakıp inzivaya gömülmekten koruyor olabilir. Yoksunluk bizi korkularımızla yüzleşmekten koruyan bir mazeret olabilir,rüyalarımızı gerçekleştirmenin sorumluluğundan bizi koruyabilir.  Terk etmekten korktuğumuz bir kişiye bizi suni olarak bağlayabilir. Evdeki hayatla yüzleşmek istemediğimiz için, bizi uzun saatler çalışmak zorunda bırakıyor olabilir. Kendi değersizlik duygumuzun direkt yansıması olabilir. Yoksulluğun doğal durum olduğuna inanıyor olabiliriz. Nedeni her ne olursa olsun, yoksulluk inançlarımızın bir yansımasıdır.

Yoksunluk durumunun mesajını işit. Realiteni dönüşüme açtığında bolluk gelir. Bolluğun realiteni kontrol edemeyeceğin biçimde değiştireceğini bil.

Genellikle insanlar realitelerinin fazla değişmeden aynı kalmasını ama daha çok paraya sahip olarak daha konforlu yaşamayı isterler.Bolluk akışı böyle kontrol edilebilen bir şey değildir. Kontrol bolluk akışını kapar.Bolluk hayatınıza kontrollü biçimde gelmez.Bolluk özgürlüktür ; kontrol,ö zgürlüğü bastırmak ister. Değiştirmek isteyeceğiniz şeyler listesi ve aynı kalmasını istediğiniz şeyler listesi işe yaramaz. Para hayatınızı hiç beklemediğimiz biçimde değiştirir.Bu öngörülebilen ve belirlenebilen bir enerji değildir. Para hayatınıza yeni şeyler getirir,hayatımızdan bazı şeyler götürür. Bolluk kontrol edilemeyen değişimdir. Bu kadar basit.

Değişimi istemek ile değişime ihtiyaç duymak arasındaki farkın farkında ol. Eğer bolluğu arzu ediyorsan,nası l geleceğine ve seni nasıl etkileyeceğine dair bir tanımlama yapmadan kendini değişime aç. Bolluğu değişim , güçlenme ve özgürlük enerjisi olarak hisset. Bu duyguyu kontrol ihtiyacından özgürleşerek tüm varlığınla hisset.  ve doğanda zaten var olan bolluğun akmasına izin ver.
Tıpkı açılım gibi,bolluk bilinci, kendimizi ve realitemizi tanımlamalardan özgürleştirme bilincidir. Bolluk bilinci varlığımızın bol enerjisini hissetmektir. Bolluk bilinci dışsal zenginlik değildir; kendi sınırsızlığımızın içsel bilincidir.

Bolluk bilincini hissetmek, bolluğu dış realitemize de yansıtmaktır. Realitemiz bolluk bilincinin akışında ise, zavallı, fakir,  silik, ezik,  değersiz, kibirli,  kendini beğenmiş, despot olamayız. Bolluk bilinci, kendi harikuladeliğinin varlığından akmasıdır. Olmak istediğin her şey,içindeki bu akışla olur. Realite seni mutlu edemez. Realite ancak kendi içindeki mutluluğu sana yansıtabilir. Kendi değerini içinde hissettiğinde,dış dünyada da değerli bulunacaksın.  Kendi değerini biçen sensin.

Bolluğu hayatına sokmak için, yoklukla özdeşleşmeyi bırak.Yoksunluğa tepki duyduğun ölçüde,kendini yoksunluğa mahkum edersin.Bolluk, yoksunluğun yadsınması değildir. Yoksunluk, doğal halimiz olan bolluğun yadsınmasıdır. Kontrolü elden bırakmadan yoksunluktan çıkamazsın.

Kontrolle inşa edilen zenginliğin temelleri yoktur. Bu tür zenginlik,onu korumak için sürekli çaba gerektirir. Daima onu kaybetme korkusu ile kuşatılmıştır. Gerçek bolluk,öylesine kolaylıkla akar ki,asla kaybetme korkusu hissedilmez. bolluğun zorluğu sadece ne kadar bolluğa sahip olma konusunda kendimize izin vereceğimizdedir. Hayatındaki değişimlerin akışı karşısında ne kadar güçlüsün ? Ne kadar dönüşüme, özgürlüğe ve sevgiye izin verebilirsin ? Hikayenden ne kadar vazgeçebilirsin ?

Hayatında bolluğa izin vermek için, şu andaki bolluk seviyenin anlamlı olduğunun farkında ol. Anlamını bildiğinde, neden mükemmel olduğunu da netlikle görebileceksin.  Anlam bize bolluğa niçin ve nasıl direndiğimizi de gösterir. Eğer direncimizin temsil ettiği korkuyla yüzleşmeye hazırsak, realitemizi değişime açmaya da hazır oluruz. Yokluk ve sınırlılıkla özdeşleşmek sona erer.

Bolluğun akışının içinden akmasına izin ver. Kendi gücünü ve harikuladeliliğini hisset. Enerjinin bolluğunu hisset. Bu gücün ve harikuladeliğin hiçbir beklenti ve kontrol olmadan realitene yansımasına izin ver. Varlığının açılımında kendine özgürce yaratma iznini ver. Dünyayı etkilemek,iz bırakmak senin hakkın. Dünyayı değiştirmek hakkın. Kendi özgünlüğünün ifadesine izin ver. Bolluk, sahip olduğun dış zenginlik tarafından belirlenemez. Bolluğun kaynağı sensin. Bolluk, özgürlüğünün ifadesidir.

Sen Tanrısın  / Story Waters 

Tuesday, 25 December 2012

ŞİDDETTEN ÖZGÜRLEŞMEK





ŞİDDETTEN ÖZGÜRLEŞMEK
Sözel, duygusal, fiziksel ya da cinsel taciz, varlığımızın enerjisine yönelik istismardır. Her türlü taciz şiddettir. Şiddet enerjisi, tanrısallığımızın en güçlü reddedilişidir. Şiddete maruz kalan kişilerin çoğu ya Tanrı’nın olmadığını ya da insan olarak tanrısal bilinçten tümüyle uzak olduğunu düşünür.
Şiddet, yaralarımızın çoğunun kökenindeki , yoğun ve kişisel bir deneyimdir. Şiddet varlığımıza yönelik bir saldırıdır. Şiddetin yarattığı acıyla başa çıkamadığımız için, acının etrafına bir direnç duvarı öreriz ve kendimizi acının yarattığı duyguları hissetmekten koparırız. Oysa, acının yarasını (onu sımsıkı sarmalasak da) her yere taşırız. Acının yarası daima açılmak ve iyileşmek ister.
Enerji açısından, saldıran da saldırılan da aynıdır. Kurban da olsak, tacizci de olsak irademizin tam anlamıyla özgür olmadığına inanırız. Şiddet gören de, gösteren de özgür iradeye saldırılabileceğine inanmaktadır. Tanrısal benliğimizin özgür iradesi engellenemez, ama illüzyonun içinde saldırı son derece gerçektir.
Hikayemizde, başkasının özgür iradesine saldırılabileceğine dair bir inanç varsa, kendimize, özgür iradelerin saldırıya açık olduğuna inanan birini çekeriz. Şiddet gösterisi böylece aynı şeye inanan iki insan tarafından birlikte yaratılır. Kurban ve saldıran şiddeti yaratmakta ortaktır. İki taraf da bu olayı birlikte seçmiştir. Bu, iki tarafın da acı çekmeyi istediği anlamına gelmiyor. Seçim, şiddete (özgür iradeye saldırı yapılabileceğine) olan inancın boyutunda yapılıyor; şiddet deneyimi bu inancın yansımasıdır. Şiddetin içinde kim yer alırsa alsın, bir şekilde bu inanca sahiptir. Bu yüzden realiteleri de şiddeti içerir.
Şiddet deneyimi, bu realitenin yoğun acı veren deneyimlerinden biridir. Özgür irademizin saldırıya uğrayabileceği inancı, asla kimsenin müdahale edemeyeceği Tanrı benliğimizden en uçtaki ayrılıktır. Şiddetin yarattığı acının böylesine yoğun olması, insanların çoğunun kendi yaratıcılıklarını yadsımalarının ortak bilincidir. Bu ortak bilinçte, kendi realitemizi kendimizin yarattığı sorumluluğu hiçbir şekilde kabul etmeyiz. Kendimize böyle bir realite yarattığımıza inanmak istemeyiz.
Kendi acını kendinin yarattığını, ayrılığın derin illüzyonu içinden göremezsin. Acıyı geçmişte seçmiş olduğun inançlarla yarattın; şu andaki bilinçli farkındalığınla değil. Bu, şimdide yaşamamaktan kaynaklanıyor. Neyi yaratacağını bilinçli farkındalıkla değil, inançlarınla seçiyorsun. Yürekteki özgürlüğün akışkanlığı içinden değil, mutlak ve statik olan inançlarla realiteni yaratıyorsun. Uyanmak, inançların etkisinin bilincinde olmaktır. O zaman inançlarımızın hayatımızda nasıl acı verici deneyimler yarattığını görerek, onlardan özgürleşebiliriz.
Şiddet, dışarıda korunmamız gereken tehlikeli dışsal güçlerin olduğuna dair inancımızın onaylanmasıdır. Bu acı verici deneyimi kendimizin seçtiğini bilmek yaşanılan acıyı hafifletmez. Ama bize şöyle bir yardımı olur; bir zamanlar onu seçen biz olduğumuza göre, artık seçmemeyi seçebiliriz.
Şiddeti doğuran şiddet inancının onaylanmasıdır. Şiddetin gerekli olduğuna dair inançtan özgürleştiğimizde, bireysel realitemizde şiddeti ortadan kaldırırız. Problemi nasıl tanımladığımıza bağlı olarak, şiddet bir çözüm olarak görülebilir. Ama şiddet asla tek çözüm değildir. Yüreğini aç ve şiddet içermeyen realitenin nasıl olabileceğini gör.
Kendi istismarımızı, acılarımızı kendimizin seçtiği fikri acı verir. Çünkü bu fikri kabul etmek, uzun zamandır taşıdığımız içindeki acıyla yüzleşmeyi ve entegrasyonu gerektirir. Yaraları iyileştirmek için etrafındaki duvarları yıkmamız gerekir. Yaraya ancak duvarlar yıkılınca ulaşabiliriz. Yaranın iyileşmesi için, yaranın içindeki acıdan tümüyle özgürleşene kadar acıyı hissedersin. Acının açığa çıkması iyileşme sürecinin kendisidir. Yaralarının sorumluluğunu almak, sana onları iyileştirme gücü verir.
İyileşme süreci birçok duyguyu içerir. Şiddetin kendi seçimimiz olduğunu bilmek, bize şiddet uygulayan kişiye kızgınlığımızı geçersiz kılmaz. Şiddetin kendi seçimimiz olduğunu bilmek, şiddete mazaret bulmaz. Kızgınlık hissediyorsan, kızgınlığına izin ver. Kendine tüm duygularını hissetme iznini ver.
Yaşadığımız şiddeti kendimizin seçtiğini söylemek, kendimizi “suçlamak” değildir; özsorumluluk almakta suçlamak yoktur, sadece bir zamanlar çok acı içinde olduğumuzu söylemiş oluyoruz. İyileşmenin son basamağı kem kendimizi, hem de saldırganımızı affetmektir. Affetmeye gücümüzün yetmeyeceği hiçbir davranış yoktur; iyileştiremeyeceği hiçbir yara yoktur. Affetmemizin gerekli olmasının nedeni ahlaken iyi olması değildir. Eğer saldırganımızı affetmezsek, tüm hayatla bir olduğumuzu da yadsımış oluruz. Çünkü tüm hayat bize saldıranları da kapsıyor.
Affedememek bir çok farklı duygular yaşayarak hissedilir. Affedememek, bizimle saldırganımız arasındaki ayrılık duygusudur. Onların bizden farklı olduğu inancına dayanan ayırıcı bir enerji dilimidir. Bu fark, değişik duygu terimleriyle tanımlanabilir.
Acımız, bir başkasının bizde yarattığı acı değildir. Hissettiğimiz acı, kendimizle ve realitemizle ilgili sahip olduğumuz inançların acısıdır. Bu inançların yarattığı duygular, değersizlik duygusu, güçsüzlük duygusu ya da kendimize duyduğumuz nefret olabilir. Cezalandırılmamız gerektiğine ve bunu hak ettiğimize dair hissettiğimiz utanç ve suçluluk duygusu olabilir. Sadece insanın doğasında şiddet olduğuna dair inancımız olabilir. Nedenler çeşitli olabilir. Tüm bu nedenleri birbirine bağlayan şey, acının duygusunu maskelemesidir. Maskelenen acı, başkalarının bizde yarattığı acı olarak ifade bulur. Taciz (tacizci değil), bizim öğretmenimizdir. İçimizde taşıdığımız ama yadsıdığımız yaranın, dışsal sembolüdür. Böylece onu görebilir ve iyileştirebiliriz.
Katlanmak zorunda olduğun (senin kaderin olan) hiçbir şiddet, taciz, istismar yoktur. Katlanırsan kazanacağın hiçbir ders yoktur. Tek ders, gücüne yeniden sahip çıkmayı bilmek ve acıdan özgürleşmektir. Bu, genellikle saldırganımızı hayatımızdan çıkarmayı gerektirir. Birisi saldırgan sözleri ve davranışlarıyla bu hayatta kim olduğunu göstermeyi seçiyorsa, bu onun kendisi için yaptığı seçimdir. Onun enerjisini hisset ve bu enerjinin hayatında olmasını isteyip istemediğine karar ver.
Saldırganlarını cezalandırmaya ihtiyacın yok. Onların hayatında temsil ettiği şeylerden özgürleşmek istiyorsan, onları affet. Affet ki onlardan özgürleşesin. Bir saldırgana verebileceğin en büyük sevgi hediyesi, istismarlarına artık izin vermemek ve onu hayatından çıkarmaktır. Hayatına sokacağın insanların sorumluluğunu al; hayatındaki tüm insanlar sadece senin izninle hayatına girer. Sana kendini iyi hissettirecek insanlarla birlikte olmayı seç.
Story Waters
“Sen Tanrısın” adlı kitabından alıntıdır.

Saturday, 22 December 2012

NEDEN OLMASIN?



SİZ VAROLAN ŞEYLERİ GÖRÜR VE "NEDEN?" DİYE SORARSINIZ. BENSE OLMAYAN ŞEYLERİ HAYAL EDER VE "NEDEN OLMASIN?" DERİM.

G.Bernard Shaw



Ne zaman "NEDEN?" diye isyan edecek olsan; Hep Hatırla;

Edison; Ampul için,
A.Graham Bell; Telefon için,
Wright Kardeşler; Uçak için,
M.Kemal Atatürk; Cumhuriyet için

"NEDEN OLMASIN?" dediler..

Hayat senden daha zorunu mu bekliyor???
Sen Söyle o zaman; "NEDEN OLMASIN?"

Sevgi ve Farkındalık'la

Özge



Thursday, 20 December 2012

OSHO'DAN VAROLUŞ ÜZERİNE...




Her zaman yaşam nehriyle birlikte git. Asla akıntıya karşı gitmeye, nehirden hızlı akmaya çalışma. Sadece mutlak bir rahatlık içinde, her an kendini yuvada, rahat ve varoluşun içinde huzurlu hissederek git.Unutmaman gereken şey yaşamın kısa değil sonsuz olduğu ve bu yüzden de aceleye hiç gerek olmadığıdır. Acele etmek yalnızca bir şeyleri kaçırmana neden olur. 

Varoluşun acele içinde olduğunu gördün mü hiç?Mevsimler zamanında gelir, çiçekler zamanı gelince açar, ağaçlar hayat kısa diye hızla büyümek için koşuşturmazlar. 

Tüm varoluş yaşamın sonsuzluğunun farkında gibi görünür.Biz hep buradaydık ve hep burada olacağız; tabi ki aynı biçimlerde, aynı bedenlerde değil. Yaşam evrimleşmeye, daha yüce evrelere erişmeye devam ediyor. Ama bunun bir sonu olmadığı gibi, bir başlangıcı da yok. Başlangıçsız bir yaşamla, sonsuz bir yaşamın ortasında var oluyorsun. Daima bu iki taraflı sonsuzluğun ortasında yer alıyorsun.Varoluşun gizemlerini soruşturmaya bıraktığın anda varoluş kapılarını sana açar, seni buyur eder. Ve varoluşun gizemlerine bir misafir olarak girmek onurlu bir şeydir. Doğaya saldırmak, doğayı zorlamak ise barbarlıktır. Altın gelecek işte bu olacaktır; bilim varoluşla bir mücadele veya çekişme yerine bir aşk ilişkisine girdiğinde; onunla tezat olarak değil, derin bir ahenk, derin bir dostluk içinde var olabildiğinde...

OSHO-Altın Gelecek (Golden Future)

Tuesday, 18 December 2012

MUTLU MUSUN?



Mutluysan; Her ne yapıyorsan devam et.

Mutlu değilsen ve mutlu olmak istemiyorsan; Her ne yapıyorsan devam et.

Mutlu değilsen ve mutlu OLMAK istiyorsan; Birşeyleri DEĞİŞTİR. 

(Bu arada yeri gelmişken; Delilik; tekrar tekrar aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemektir. A.Einstein)


Sevgi ve Farkındalık'la

Özge

Saturday, 15 December 2012

OSHO'DAN HUZUR ÜZERİNE..



Sen huzurlu olduğunda, insanlar sana yaklaşır;
Huzursuz olduğunda uzaklaşır…
Bu o kadar fiziksel bir olaydır ki; kolaylıkla gözlemleyebilirsin.
Ne zaman huzurlu olsan, herkesin sana yakın olmak istediğini hissedeceksin;
Çünkü huzur, etrafında bir titreşim yaratır.
Etrafında huzur halkaları hareket edecek ve her kim yaklaşırsa, bir ağacın gölgesine
girip, rahatlamak ister gibi, sana daha yakın olmayı arzu edecek.
Unutma; başkalarına ancak sahip olduğun şeyi verebilirsin.
Sen mutluysan, sadece orada bulunman bile, diğer insanların mutluluğunu tetikleyecek.
Senin müziğin, senin dansın mutluluk dalgaları yaratacak, neşen sana yaklaşan
herkese bulaşacak.



Osho

Tuesday, 11 December 2012

EĞER PARA OLMASAYDI?



Para olmasaydı, nerde ve ne yapıyor olurdunuz? Hiç düşündünüz mü? 

Paranın da diğer şeyler gibi sadece bir enerji olduğuna hala inanmıyorsak, bize öğretilen şekillerde onu kazanmaya çabalamaktan başka şansımız yoktur. Oysa yüreğin ve tutukunun olduğu yerde herşeyi yaratma gücüne sahip oluruz. Yürek, o kadar güçlüdür ki, bulunduğu yere, peşi sıra herşeyi getirebilir. Oysa bizler şu anda bu gücün yürekte değil parada olduğunu sanıyoruz. 

Tutkuyla, yürekle yapılan iş, parayı da taşıyacak kadar güçlüdür. Peki parayla "tutku"yu satın alabilir misiniz?

Sevgi ve Farkındalık'la

Özge


Monday, 3 December 2012

İMKANSIZ MI DİYORSUN? BİR DAHA BAK!

Bu bakış açısı hayatınızı değiştirebilir..

İmkansız kelimesinin içinde "imkan" bulunmaktadır. Sen nasıl görmek istersen öyle görürsün. Daima "yapabilirim" e odaklanmış bu bakış açısı isteyen herkes için bir ilham kaynağı olabilir, hemen ve şimdi.. 
Sevgi ve Farkındalık'la..

Özge

GÜLÜMSEYİN :)




Gülümsemek, sihirlidir... İlk başta zorla da olsa gülümsediğinizde beyniniz ve hormonlarınız buna hemen tepki verir ve çok kısa bir süre sonra "gerçekten" gülümsersiniz. Ortada hiçbirşey yokken bile gülümsediğinizde ne mi olur? Mutlu olursunuz. Ben enerjim biraz düştüğünde hemen gülümsemeye çalışırım. O anki hislerim hemen aşağıdan yukarıya doğru tırmanmaya başlar. Basit, hızlı ve mucizevi şekilde etkili bir yöntemdir. 

Sevgi ve Farkındalık'la

Özge :)

*Gülümseyen bir yüz, en güçlü çekim kaynağıdır ve insanları size doğru çeker.
*Gülümseme beyinde başlar, yüzünüzde açığa çıkar.
*Gülümseme, hem beyinde, hem de bedende olumlu enerji oluşmasını sağlar.
*Gülümseme, her kapıyı açar.
*Gülümsemenin hiçbir maliyeti yoktur.
*Gülümseme her sohbetin, iletişimin ve muhabbetin anahtarıdır.
*Gülümsemeyen biriyle karşılaştığınızda siz ona gülümseyin. Çünkü gülümsemeye en çok ihtiyacı olanlar odur.
*Gülümseme insanlar arasındaki en kısa köprüdür.
*Gülümseme insanın o anki sevgi ve mutluluk dolu duygularının dışa yansımasıdır.
*Gülümseme güzel bir görünüm kazanmanın en kolay ve en etkili yoludur.
*Gülümsemek ve güler yüzlü olmak, her zaman olumlu bir etki bırakır.
*Gülümsemek, hayatınız için yapabileceğiniz en olumlu davranıştır.
*Gülümsemek bir sağlık belirtisi, bir dinginlik, bir güç, bir neşe belirtisidir.
*Gülümsemeyi satın alamazsınız, onu sadece gönüllü olarak verir ya da alırsınız.
*Gülümsemek yalnızca diğer insanlarla iletişim kurmak, ilişkilerinize katkı sağlamak ve bu ilişkilerinizi geliştirmekle kalmaz, kendinizle barışık olmanıza da imkan verir.
*Gülümsemek her ortama ışık yayar, sevgi yayar, sıcaklık yayar.

Saturday, 1 December 2012

BİLİNÇ ALTINDA KALANIN CANI ÇIKSIN :)



‎"Ama şimdi burdan gitmeliyim ki, sen daha özgür, daha mutlu, daha başarılı ol.."

Farkında olduğumuz ya da olmadığımız herşey bilinçaltımızda depolanır. Ve biz farkında olmadan bilinçaltımız hayatımızı yönetir. Bilinçaltımızdaki deponun tozlarını alıp, oradaki gereksiz kodlamalardan kurtulduğumuzda hayatımızı bilinçli bir şekilde kendi özgür seçimlerimizle yaşamaya başlarız. 

Bilinçaltımızdaki istenmeyen olay veya kişileri bu skeçteki gibi sadece "git burdan" diyerek göndermemiz pek mümkün değil :) Öncelikle, bizi neyin bloke ettiğini ve bize bilinçaltımızda hizmet etmeyen şeylerin ne olduğunu farketmemiz, sonra onu göndermeye istekli olmamız, en son da onu göndermek için sabırla çalışmamız gerekiyor. Bunları yapabilmek için de en başta kendimize "dürüst, açık ve samimi" olmalıyız.

Bilinçaltımızı olumsuz inanç ve kalıplardan temizlediğimizde ise skeçte de söylediği gibi "daha özgür, daha mutlu ve daha başarılı" bir hayata adım atmış oluruz. Bu konuda size "Bilinçaltının Gücü" ve "Bilinçaltının Büyüsü" adında 2 kitap önerebilirim. Ayrıca Reiki ile de bilinçaltındaki olumsuz kayıtların yerine olumlu kayıtlar yüklemek mümkündür. Bilinçaltı programlama ile ilgili danışmanlık da alabilir ve istediğiniz hayatı bilinçaltınızı değiştirerek yaşayabilirsiniz.

Sevgi ve Farkındalık'la

Özge

ÖLÜMDEN SONRA YARGILANDIĞIMIZ İLAHİ MAHKEME



ÖLÜMDEN SONRA YARGILANDIĞIMIZ İLAHİ MAHKEME...

Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş.
Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün..?
Yargıç kürsüsünde bir İnsan oturuyor.
...
Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış.

Adam şaşkın, “Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir İnsan oturuyor.”

Tanrı gülümsemiş, “Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen BEN sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.” demiş.

Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak?”

Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş, “Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.”

Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya.
“Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, Dünyada Cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.” demiş Tanrı.

“Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi.” diye karşı çıkmış adam. “Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır.” demiş Tanrı.

“Peki dünyaya döndüğümde doğru yolu görmemde yardımcı olacak mısın?” diye sormuş adam.

“Ben bunun için siz insanların içine “vicdan” denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.”

“Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam.
“Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım.” demiş Tanrı.
“Çünkü düşmanlarınız da Ben’im. Siz de Ben’im.”

"Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı’m?”
“Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara.” diye gülmüş Tanrı.
DÜNYA OKULUNDA SEVMEYİ NE KADAR ÖĞRENDİNİZ..???
NE KADAR BİLGİ KAZANDINIZ..??? ♥♥♥





_Alıntı_






Friday, 30 November 2012

KELİMELERİNİ DEĞİŞTİR, DÜNYAN DEĞİŞSİN :)

TANRILAR OKULU


Tanrılar Okulu, hayatımın en önemli ilk 5 kitabı içinde yer alır. Kitabın tamamı, benim için sarsıcı bir deneyim olmuştu. "HAYAT SENİN ONU DÜŞLEDİĞİN GİBİDİR". Hayatını değiştirmek istiyorsan düşünü değiştir. Dünyanın en kolay gibi görünen işiyle; sadece DÜŞLEMEKle tüm dünyanı değiştirebilir misin? Buna kesinlikle evet diye cevap veririm. Çünkü eğer kendi içine dönüp bakabilme cesareti bulursan, bugün yaşadığın hayatı da evvel zaman içinde bir gün düşlemiş olduğunu farkedersin. Diyebilirsinki; "Ben acıyı, korkuyu ve endişeyi düşlediğimi hiç sanmıyorum." O zaman henüz, kendi içine dönüp bakma cesareti bulamamışsın demektir.

Sevgi ve Farkındalık'la..

Özge


HAYATIN ANLAMI..



BİLGE ADAM TANRIYA SORDU:

-HAYATIN ANLAMI NEDİR?

TANRI CEVAP VERDİ:

-HAYATIN KENDİ BAŞINA BİR ANLAMI YOKTUR. HAYAT ANLAM YARATMAK İÇİN BİR FIRSATTIR.


Thursday, 29 November 2012

POZİTİF DÜŞÜN :)



DÜŞÜNCELERİNİZİN NE KADAR GÜÇLÜ OLDUĞUNU BİLSEYDİNİZ, ASLA NEGATİF DÜŞÜNMEZDİNİZ.

Tuesday, 27 November 2012

MUTLU SON




Reiki’yle ilk tanıştığım zamanlar, tam manasıyla kafam karmakarışık olmuştu. Bir çok yeni kavram, bilgi ve deneyim her geçen gün hayatıma giriyordu ve ben kendimi okyanusta bir sandal gibi görüyor, açıkçası biraz da korkuyordum. Bilinmezler hep korkutmuştur beni…

Herşeyi bir anda bilmek, herşeyi bir anda yaşamak, hep daha fazlası ama ne varsa hemen olsun istiyordum. Öyle bir bilgi açlığım vardı ki bu durum benim tonlarca kitap okumama sebep oldu. Okudukça doymuyordum. Ve şöyle bir kısırdöngüye girmiştim; okudukça kafamda 1 sorunun cevabını buluyor, ama yerine 100 yeni soru daha eklenmesine engel olamıyordum :) Bilgi açlığımı gidererek, bilinmezliği ortadan kaldırıp kendimi güvende hissetmek istiyordum. Herşeyi bilirsem, herşeyin kontrolü bende olurdu ve herşeyin kontrolü bende olursa kendimi güvende hissedebilirdim. Buradan sonrasını çok uzun ve detaylı bir şekilde anlatabilirim fakat kısaca söylemek istiyorum: Böyle birşey hiçbir zaman olmadı! Ben ne kadar bilmeyi istedikçe, bildiklerim bana o kadar yetmedi. 

Bu durum günlük hayatım için de geçerliydi, karşılaştığım her konuda, her olayda; en basitten en karmaşığa kadar tüm değişkenlere, bilinmeyenlere hakim olmak istiyordum. Bir sürü iniş-çıkış, kafa karışıklığı, açlık-tokluk derken, ben herşeyi bilmenin, herşeyi kontrol etmeye çalışmanın ne kadar imkansız olduğunu ve hayatımı zorlaştırdığını sonunda idrak ettim. 

Kontrol etmeye çalışmanın verdiği yorgunluk ve bıkkınlığın hakim olduğu bir dönemde; “nasıl biliyorsan öyle yap dedim” , evrene veya sisteme işte adı herneyse.. Bir de üzerine bir rahatlık ekledim, hani olur ya bazen ne olacaksa olsun artık rahatlığı.. işte ondan.. 

Sonra bir de baktım, düşündüğümden de iyisi gelmeye başladı. Resmen mucizeler yağmuru yağıyordu üstüme :)

Deneme-yanılma yöntemiyle, zorlu zamanlardan geçip sonunda evrenin matematiğini çözmüştüm. Bir nevi kendi dünyamın Einstein’ıydım artık:)

Farkettiğim tam olarak sessizliğin mucizesiydi. Niyetlerimin gerçekleşmesi ile zihnimin dırdırının ters orantı ile çalıştığını gördüm. Çünkü zihnim konuşarak, kendine göre çözümler üreterek evrenin çalışmasına engel oluyordu. Bunu nasıl mı yapıyordu? Bir şeyin gerçekleşmesi için var olan milyonlarca (idraki mümkün olmayan ve bilinmeyen) olasılığı, olayın bilinmeyen bileşenlerini bilmeye çalışarak bir veya iki olasılığa indiriyordu. Sonsuz olasılıklar, ben bildiğimde sayılabilir olasılıklara dönüşüyordu. Ve ben sayabildiğim olasılıklarda ısrarcı olunca, ya hiçbirşey olmuyordu ya da olan çok geç oluyordu. 

Oysaki yöntemi tamamen oluruna bıraktığımda, benim bile düşünemediğim yollardan ve benim bile aklımın almayacağı güzellikte şeyler oluyordu. İşte mucizenin bizim anladığımız tanımı budur; aklımızın almadığı şeylerin aklımızın almadığı şekillerde meydana gelmesi.. Aslında herşeyi bilmeyi ve kontrol etmeyi bıraktığımızda, zaten kendiliğinden olan bu “evren yasası”na bizler “mucize” adını takmışız bunca zaman..

Tüm dünyamız “niyet”lerimizden ibarettir. Niyetlerimiz ise ancak biz onlara olması için izin verdiğimizde gerçekleşirler. Bize düşen sadece niyetimizi kesin ve net bir şekilde belirlemek ve sonra olacakları aynı bir sinema salonunda film izler gibi arkamıza yaslanarak izlemektir. Nasıl ki sinemada film izlerken senaryoya müdahale edemiyorsak, hatta patlamış mısır ve kola da alıp filmin keyfini ikiye katlıyorsak, kendi filmimiz oynarken de aynı rahatlık ve tabii ki sinema salonunun değişmez kuralı olan “sessizlikte” olursak o çok istediğimiz “MUTLU SON” u yaratmış oluruz.

Sevgiler :)

Özge

Wednesday, 21 November 2012

BEN NEYSEM O'YUM. SENİN ONAYINA İHTİYACIM YOK!




BEN NEYSEM O'YUM. SENİN ONAYINA İHTİYACIM YOK!

Gerçekten mi? Neleri onay görmek için yapıyoruz ya da yapmıyoruz? 

Yaptığım herşeyden sonra başkalarının onayını beklediğimi farkettiğimde gerçekten çok şaşırmıştım. Bana sorsan, ben kendi istediğim şeyleri ancak kendim istediğim zaman yapıyor ve kimsenin ne düşündüğü ile çok fazla ilgilenmiyordum. 

Fakat içime doğru bir yolculuk yapmaya karar verdiğimde gerçeğin hiç de böyle olmadığını farkettim. İnsanların benim hakkımda ne düşündüğü ile gayet de ilgileniyordum. 

Benim bahsettiğim tam manasıyla bir imaj kaygısı.. yani birini isteyerek ya da bilerek yaralamak uğruna kendi bildiğini yapmak ya da sadece bunu kastederek yaşamak değil.. İnandığın ve doğru bildiğin şeyleri başkalarının aksi düşünceleri uğruna yapıp yapmama kararını vermekten bahsediyorum.. 

Kendi isteklerimizi hiçe sayarak toplumun veya çevremizin değer yargılarına göre yaşamımızla ilgili bir karara vardığımız her an, onay görmek istiyoruz demektir. Onay görmek, kabul görmek, takdir edilmek.. Bu dürtüler yaşamımızı yönetiyorsa, bu artık bizim değil başkalarının hayatı olmuştur. 

"Başkaları ne der?" diye toplum içinde aklına gelen ve inandığın birşeyi söylememek, çok istediğin bir kıyafeti giymemek, senin çok sevdiğin bir şarkıcının, içinde bulunduğun 3 kişilik grupta alay konusunu olduğunu görüp “Ben O’nu çok beğeniyorum” diyememek, anne-baban senin doktor olmanı beklerken onlara ben dansçı olmak istiyorum diyememek, sevgilin senin kız-kıza veya erkek-erkeğe gece dışarı çıkmanı istemiyor diye çok sevdiğin arkadaşlarınla görüşmemek, "Toplum ne der, çevrem ne der" diye mutsuz olduğun bir evliliği bitirmemek, mesain 6’da biterken müdürüne her akşam 7’de toplantı yapmasını anlamsız bulduğunu ve senin kendi özel hayatından çaldığını söyleyememek, yine mesain 6’da biterken 8-9’lara çalışmanı bekleyen şirketine “aman göze batmayayım” diye ses çıkarmamak.. Bunların hepsi hayatımızdan bir daha asla geri gelmeyecek zamanları çalan, bizi başkalarının inandığı doğruların kalıbına sokan, bizi kendimiz olmaktan alıkoyan şeyler değil midir? Kabul görmek, onaylanmak mutluluğumuzdan daha mı değerlidir? İstemediğimiz bir hayatı yaşayarak, ya da doğru bildiklerimizi içimizde tutarak, kendimizi ifade etmeden ama “onaylanarak” yaşayınca gerçekten yaşamış mı oluyoruz şimdi? 

O zaman hepimiz aynı, tek tip yaratılmaz mıydık? Bizi yaratan, bizi genel kabul gören kurallara göre yaratmaya da muktedir değil midir? Elbette öyledir, ama hepimizi aynı yaratmadıysa, hepimize kendimiz olma şansını da vermiş demektir. Demek ki bizi her nasılsak öyle yaratmak istemiş ve öyle sevmiş demektir. Peki o zaman bizim birbirimize benzeme gayretimiz nerden geliyor? Herkese doğumunda hediye edilen “Onay Gören Davranışlar” adında bir kitap mı var? 

Onay görmek hayatımızın en büyük ve saf mutluluk kaynağı ise bence doğru yoldayız, o zaman böyle devam edelim. Fakat onaylanmak uğruna yaptıklarımız ya da yapmadıklarımız bizi mutsuz ediyorsa o nerede olduğunu çok merak ettiğim, kimsenin henüz görmediği “Onay Gören Davranışlar” kitabı ile vedalaşma vakti gelmiş demektir. 

Onaylanmak için yaşamak; yaşıyor gibi görünmektir. Şimdi anlıyorumki, kendimi tanıyıp, ne isteyip ne istemediğimin farkında olup, elalem ne der diye düşünmeden inandığım bir gerçeğin peşinden gittiğimde, başkalarının değil kendi onayımı alarak yaşadığımda, ancak o zaman gerçekten yaşamaya başlarım. Beni onaylayıp onaylamamanız sizin sorununuzdur. “Ben buyum, ve böyle mutluyum” diyebilmek, yeryüzüne kendi cennetini getirmektir..

Böylece öldükten sonra nereye gideceğimi bilmesem de gittiğim yere “Ben cennetten geliyorum” diyebilirim. 

Sevgiler:)
Özge