Tuesday, 27 November 2012

MUTLU SON




Reiki’yle ilk tanıştığım zamanlar, tam manasıyla kafam karmakarışık olmuştu. Bir çok yeni kavram, bilgi ve deneyim her geçen gün hayatıma giriyordu ve ben kendimi okyanusta bir sandal gibi görüyor, açıkçası biraz da korkuyordum. Bilinmezler hep korkutmuştur beni…

Herşeyi bir anda bilmek, herşeyi bir anda yaşamak, hep daha fazlası ama ne varsa hemen olsun istiyordum. Öyle bir bilgi açlığım vardı ki bu durum benim tonlarca kitap okumama sebep oldu. Okudukça doymuyordum. Ve şöyle bir kısırdöngüye girmiştim; okudukça kafamda 1 sorunun cevabını buluyor, ama yerine 100 yeni soru daha eklenmesine engel olamıyordum :) Bilgi açlığımı gidererek, bilinmezliği ortadan kaldırıp kendimi güvende hissetmek istiyordum. Herşeyi bilirsem, herşeyin kontrolü bende olurdu ve herşeyin kontrolü bende olursa kendimi güvende hissedebilirdim. Buradan sonrasını çok uzun ve detaylı bir şekilde anlatabilirim fakat kısaca söylemek istiyorum: Böyle birşey hiçbir zaman olmadı! Ben ne kadar bilmeyi istedikçe, bildiklerim bana o kadar yetmedi. 

Bu durum günlük hayatım için de geçerliydi, karşılaştığım her konuda, her olayda; en basitten en karmaşığa kadar tüm değişkenlere, bilinmeyenlere hakim olmak istiyordum. Bir sürü iniş-çıkış, kafa karışıklığı, açlık-tokluk derken, ben herşeyi bilmenin, herşeyi kontrol etmeye çalışmanın ne kadar imkansız olduğunu ve hayatımı zorlaştırdığını sonunda idrak ettim. 

Kontrol etmeye çalışmanın verdiği yorgunluk ve bıkkınlığın hakim olduğu bir dönemde; “nasıl biliyorsan öyle yap dedim” , evrene veya sisteme işte adı herneyse.. Bir de üzerine bir rahatlık ekledim, hani olur ya bazen ne olacaksa olsun artık rahatlığı.. işte ondan.. 

Sonra bir de baktım, düşündüğümden de iyisi gelmeye başladı. Resmen mucizeler yağmuru yağıyordu üstüme :)

Deneme-yanılma yöntemiyle, zorlu zamanlardan geçip sonunda evrenin matematiğini çözmüştüm. Bir nevi kendi dünyamın Einstein’ıydım artık:)

Farkettiğim tam olarak sessizliğin mucizesiydi. Niyetlerimin gerçekleşmesi ile zihnimin dırdırının ters orantı ile çalıştığını gördüm. Çünkü zihnim konuşarak, kendine göre çözümler üreterek evrenin çalışmasına engel oluyordu. Bunu nasıl mı yapıyordu? Bir şeyin gerçekleşmesi için var olan milyonlarca (idraki mümkün olmayan ve bilinmeyen) olasılığı, olayın bilinmeyen bileşenlerini bilmeye çalışarak bir veya iki olasılığa indiriyordu. Sonsuz olasılıklar, ben bildiğimde sayılabilir olasılıklara dönüşüyordu. Ve ben sayabildiğim olasılıklarda ısrarcı olunca, ya hiçbirşey olmuyordu ya da olan çok geç oluyordu. 

Oysaki yöntemi tamamen oluruna bıraktığımda, benim bile düşünemediğim yollardan ve benim bile aklımın almayacağı güzellikte şeyler oluyordu. İşte mucizenin bizim anladığımız tanımı budur; aklımızın almadığı şeylerin aklımızın almadığı şekillerde meydana gelmesi.. Aslında herşeyi bilmeyi ve kontrol etmeyi bıraktığımızda, zaten kendiliğinden olan bu “evren yasası”na bizler “mucize” adını takmışız bunca zaman..

Tüm dünyamız “niyet”lerimizden ibarettir. Niyetlerimiz ise ancak biz onlara olması için izin verdiğimizde gerçekleşirler. Bize düşen sadece niyetimizi kesin ve net bir şekilde belirlemek ve sonra olacakları aynı bir sinema salonunda film izler gibi arkamıza yaslanarak izlemektir. Nasıl ki sinemada film izlerken senaryoya müdahale edemiyorsak, hatta patlamış mısır ve kola da alıp filmin keyfini ikiye katlıyorsak, kendi filmimiz oynarken de aynı rahatlık ve tabii ki sinema salonunun değişmez kuralı olan “sessizlikte” olursak o çok istediğimiz “MUTLU SON” u yaratmış oluruz.

Sevgiler :)

Özge

No comments:

Post a Comment