Friday, 30 November 2012

KELİMELERİNİ DEĞİŞTİR, DÜNYAN DEĞİŞSİN :)

TANRILAR OKULU


Tanrılar Okulu, hayatımın en önemli ilk 5 kitabı içinde yer alır. Kitabın tamamı, benim için sarsıcı bir deneyim olmuştu. "HAYAT SENİN ONU DÜŞLEDİĞİN GİBİDİR". Hayatını değiştirmek istiyorsan düşünü değiştir. Dünyanın en kolay gibi görünen işiyle; sadece DÜŞLEMEKle tüm dünyanı değiştirebilir misin? Buna kesinlikle evet diye cevap veririm. Çünkü eğer kendi içine dönüp bakabilme cesareti bulursan, bugün yaşadığın hayatı da evvel zaman içinde bir gün düşlemiş olduğunu farkedersin. Diyebilirsinki; "Ben acıyı, korkuyu ve endişeyi düşlediğimi hiç sanmıyorum." O zaman henüz, kendi içine dönüp bakma cesareti bulamamışsın demektir.

Sevgi ve Farkındalık'la..

Özge


HAYATIN ANLAMI..



BİLGE ADAM TANRIYA SORDU:

-HAYATIN ANLAMI NEDİR?

TANRI CEVAP VERDİ:

-HAYATIN KENDİ BAŞINA BİR ANLAMI YOKTUR. HAYAT ANLAM YARATMAK İÇİN BİR FIRSATTIR.


Thursday, 29 November 2012

POZİTİF DÜŞÜN :)



DÜŞÜNCELERİNİZİN NE KADAR GÜÇLÜ OLDUĞUNU BİLSEYDİNİZ, ASLA NEGATİF DÜŞÜNMEZDİNİZ.

Tuesday, 27 November 2012

MUTLU SON




Reiki’yle ilk tanıştığım zamanlar, tam manasıyla kafam karmakarışık olmuştu. Bir çok yeni kavram, bilgi ve deneyim her geçen gün hayatıma giriyordu ve ben kendimi okyanusta bir sandal gibi görüyor, açıkçası biraz da korkuyordum. Bilinmezler hep korkutmuştur beni…

Herşeyi bir anda bilmek, herşeyi bir anda yaşamak, hep daha fazlası ama ne varsa hemen olsun istiyordum. Öyle bir bilgi açlığım vardı ki bu durum benim tonlarca kitap okumama sebep oldu. Okudukça doymuyordum. Ve şöyle bir kısırdöngüye girmiştim; okudukça kafamda 1 sorunun cevabını buluyor, ama yerine 100 yeni soru daha eklenmesine engel olamıyordum :) Bilgi açlığımı gidererek, bilinmezliği ortadan kaldırıp kendimi güvende hissetmek istiyordum. Herşeyi bilirsem, herşeyin kontrolü bende olurdu ve herşeyin kontrolü bende olursa kendimi güvende hissedebilirdim. Buradan sonrasını çok uzun ve detaylı bir şekilde anlatabilirim fakat kısaca söylemek istiyorum: Böyle birşey hiçbir zaman olmadı! Ben ne kadar bilmeyi istedikçe, bildiklerim bana o kadar yetmedi. 

Bu durum günlük hayatım için de geçerliydi, karşılaştığım her konuda, her olayda; en basitten en karmaşığa kadar tüm değişkenlere, bilinmeyenlere hakim olmak istiyordum. Bir sürü iniş-çıkış, kafa karışıklığı, açlık-tokluk derken, ben herşeyi bilmenin, herşeyi kontrol etmeye çalışmanın ne kadar imkansız olduğunu ve hayatımı zorlaştırdığını sonunda idrak ettim. 

Kontrol etmeye çalışmanın verdiği yorgunluk ve bıkkınlığın hakim olduğu bir dönemde; “nasıl biliyorsan öyle yap dedim” , evrene veya sisteme işte adı herneyse.. Bir de üzerine bir rahatlık ekledim, hani olur ya bazen ne olacaksa olsun artık rahatlığı.. işte ondan.. 

Sonra bir de baktım, düşündüğümden de iyisi gelmeye başladı. Resmen mucizeler yağmuru yağıyordu üstüme :)

Deneme-yanılma yöntemiyle, zorlu zamanlardan geçip sonunda evrenin matematiğini çözmüştüm. Bir nevi kendi dünyamın Einstein’ıydım artık:)

Farkettiğim tam olarak sessizliğin mucizesiydi. Niyetlerimin gerçekleşmesi ile zihnimin dırdırının ters orantı ile çalıştığını gördüm. Çünkü zihnim konuşarak, kendine göre çözümler üreterek evrenin çalışmasına engel oluyordu. Bunu nasıl mı yapıyordu? Bir şeyin gerçekleşmesi için var olan milyonlarca (idraki mümkün olmayan ve bilinmeyen) olasılığı, olayın bilinmeyen bileşenlerini bilmeye çalışarak bir veya iki olasılığa indiriyordu. Sonsuz olasılıklar, ben bildiğimde sayılabilir olasılıklara dönüşüyordu. Ve ben sayabildiğim olasılıklarda ısrarcı olunca, ya hiçbirşey olmuyordu ya da olan çok geç oluyordu. 

Oysaki yöntemi tamamen oluruna bıraktığımda, benim bile düşünemediğim yollardan ve benim bile aklımın almayacağı güzellikte şeyler oluyordu. İşte mucizenin bizim anladığımız tanımı budur; aklımızın almadığı şeylerin aklımızın almadığı şekillerde meydana gelmesi.. Aslında herşeyi bilmeyi ve kontrol etmeyi bıraktığımızda, zaten kendiliğinden olan bu “evren yasası”na bizler “mucize” adını takmışız bunca zaman..

Tüm dünyamız “niyet”lerimizden ibarettir. Niyetlerimiz ise ancak biz onlara olması için izin verdiğimizde gerçekleşirler. Bize düşen sadece niyetimizi kesin ve net bir şekilde belirlemek ve sonra olacakları aynı bir sinema salonunda film izler gibi arkamıza yaslanarak izlemektir. Nasıl ki sinemada film izlerken senaryoya müdahale edemiyorsak, hatta patlamış mısır ve kola da alıp filmin keyfini ikiye katlıyorsak, kendi filmimiz oynarken de aynı rahatlık ve tabii ki sinema salonunun değişmez kuralı olan “sessizlikte” olursak o çok istediğimiz “MUTLU SON” u yaratmış oluruz.

Sevgiler :)

Özge

Wednesday, 21 November 2012

BEN NEYSEM O'YUM. SENİN ONAYINA İHTİYACIM YOK!




BEN NEYSEM O'YUM. SENİN ONAYINA İHTİYACIM YOK!

Gerçekten mi? Neleri onay görmek için yapıyoruz ya da yapmıyoruz? 

Yaptığım herşeyden sonra başkalarının onayını beklediğimi farkettiğimde gerçekten çok şaşırmıştım. Bana sorsan, ben kendi istediğim şeyleri ancak kendim istediğim zaman yapıyor ve kimsenin ne düşündüğü ile çok fazla ilgilenmiyordum. 

Fakat içime doğru bir yolculuk yapmaya karar verdiğimde gerçeğin hiç de böyle olmadığını farkettim. İnsanların benim hakkımda ne düşündüğü ile gayet de ilgileniyordum. 

Benim bahsettiğim tam manasıyla bir imaj kaygısı.. yani birini isteyerek ya da bilerek yaralamak uğruna kendi bildiğini yapmak ya da sadece bunu kastederek yaşamak değil.. İnandığın ve doğru bildiğin şeyleri başkalarının aksi düşünceleri uğruna yapıp yapmama kararını vermekten bahsediyorum.. 

Kendi isteklerimizi hiçe sayarak toplumun veya çevremizin değer yargılarına göre yaşamımızla ilgili bir karara vardığımız her an, onay görmek istiyoruz demektir. Onay görmek, kabul görmek, takdir edilmek.. Bu dürtüler yaşamımızı yönetiyorsa, bu artık bizim değil başkalarının hayatı olmuştur. 

"Başkaları ne der?" diye toplum içinde aklına gelen ve inandığın birşeyi söylememek, çok istediğin bir kıyafeti giymemek, senin çok sevdiğin bir şarkıcının, içinde bulunduğun 3 kişilik grupta alay konusunu olduğunu görüp “Ben O’nu çok beğeniyorum” diyememek, anne-baban senin doktor olmanı beklerken onlara ben dansçı olmak istiyorum diyememek, sevgilin senin kız-kıza veya erkek-erkeğe gece dışarı çıkmanı istemiyor diye çok sevdiğin arkadaşlarınla görüşmemek, "Toplum ne der, çevrem ne der" diye mutsuz olduğun bir evliliği bitirmemek, mesain 6’da biterken müdürüne her akşam 7’de toplantı yapmasını anlamsız bulduğunu ve senin kendi özel hayatından çaldığını söyleyememek, yine mesain 6’da biterken 8-9’lara çalışmanı bekleyen şirketine “aman göze batmayayım” diye ses çıkarmamak.. Bunların hepsi hayatımızdan bir daha asla geri gelmeyecek zamanları çalan, bizi başkalarının inandığı doğruların kalıbına sokan, bizi kendimiz olmaktan alıkoyan şeyler değil midir? Kabul görmek, onaylanmak mutluluğumuzdan daha mı değerlidir? İstemediğimiz bir hayatı yaşayarak, ya da doğru bildiklerimizi içimizde tutarak, kendimizi ifade etmeden ama “onaylanarak” yaşayınca gerçekten yaşamış mı oluyoruz şimdi? 

O zaman hepimiz aynı, tek tip yaratılmaz mıydık? Bizi yaratan, bizi genel kabul gören kurallara göre yaratmaya da muktedir değil midir? Elbette öyledir, ama hepimizi aynı yaratmadıysa, hepimize kendimiz olma şansını da vermiş demektir. Demek ki bizi her nasılsak öyle yaratmak istemiş ve öyle sevmiş demektir. Peki o zaman bizim birbirimize benzeme gayretimiz nerden geliyor? Herkese doğumunda hediye edilen “Onay Gören Davranışlar” adında bir kitap mı var? 

Onay görmek hayatımızın en büyük ve saf mutluluk kaynağı ise bence doğru yoldayız, o zaman böyle devam edelim. Fakat onaylanmak uğruna yaptıklarımız ya da yapmadıklarımız bizi mutsuz ediyorsa o nerede olduğunu çok merak ettiğim, kimsenin henüz görmediği “Onay Gören Davranışlar” kitabı ile vedalaşma vakti gelmiş demektir. 

Onaylanmak için yaşamak; yaşıyor gibi görünmektir. Şimdi anlıyorumki, kendimi tanıyıp, ne isteyip ne istemediğimin farkında olup, elalem ne der diye düşünmeden inandığım bir gerçeğin peşinden gittiğimde, başkalarının değil kendi onayımı alarak yaşadığımda, ancak o zaman gerçekten yaşamaya başlarım. Beni onaylayıp onaylamamanız sizin sorununuzdur. “Ben buyum, ve böyle mutluyum” diyebilmek, yeryüzüne kendi cennetini getirmektir..

Böylece öldükten sonra nereye gideceğimi bilmesem de gittiğim yere “Ben cennetten geliyorum” diyebilirim. 

Sevgiler:)
Özge